İpek Duben'de Merak, Dış Dünya ve Benlik

Seçil Epik, Sanat Dünyamız, p.77, 01.03.2022

SALT BEYOĞLU'NDA 3 NİSAN 2022'YE KADAR GÖRÜLEBİLECEK İPEK DUBEN'İN "TEN, BEDEN, BEN" BAŞLIKLI SERGİSİ SANATÇININ 40 YILI AŞKIN ÜRETİMİNİN İZİNİ SÜRÜYOR.

İpek Duben'in 40 yıla yayılan işleri malzeme, ortam ve ele aldığı konular bağlamında ne kadar çeşitlenirse çeşitlensin tüm işlerinin fitilini ateşleyen, kendine ve ötekine duyduğu meraktır. Bu merak sanatçıyı özellikle etrafını çevreleyen değişimlere eleştirel bir gözle bakmaya iten türdendir. Sanatçının hem akademik çalışmaları hem 1970'li yılların sonundan itibaren birçok dergide yayımlanan eleştiri yazıları onun sanatı ve sanatçıyı alımlama şeklini görmek, böylece kendi sanatında bu bakışın İzlerini takip etmek açısından bir rehber gibidir.

Sanatçı aynı anda hem etrafını izleyen göz hem de onu işleyen eldir. Bu çok yönlü bakış herkes için sanat üretiminin bir gerekliliği olmamak- la beraber İpek Duben'in sanatında 1980'li yıllardan başlayarak önemli bir yönelim olur. Hatta onun çok yönlü -hem klasik resimler hem enstalasyonlar üreten, kimlik sorununu toplumsal cinsiyet, sınıf, zorla yerinden edilme ve göç bağlamında ele alan- bir sanatçı olmasının temellerini oluşturur.

Ötekine ve Kendine Aynı Anda Yönelen Bakış

Klasik bir başlangıç yaparak hem sanatçının Türkiye'deki üretiminin başladığı tarihe hem de sanatçının retrospektifi niteliğindeki "Ten, Beden, Ben" sergisinin girişine eş zamanlı bir yolculuk yapalım. İpek Duben New York Studio School'da sanat eğitimini tamamladıktan sonra 1976 yılında Türkiye'ye döner. İstanbul'a geldik- ten sonra ürettiği ilk iş Şerife serisi olur. Şerife 2, ilk kez 1980 yılında Re- sim ve Heykel Müzeleri Derneği'nin düzenlediği 1. Günümüz İstanbul Sanatçıları Açıkhava Sergisi'nde gösterilir ve başarı ödülü alır. 1982'de ise İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Galerisi'ndeki ilk kişisel sergisinde tüm Şerife 'ler bir arada sunulur ve resimler dönemin kayda değer sanat yazarlarından Sezer Tansuğ tarafından "hortlaklar serisi" olarak yorumlanır.

SALT Beyoğlu'nun hemen girişinde İpek Duben'in beden desenleri kemerli bir kapıya işlenmiş olarak izleyiciyi karşılar. İzleyici bu kapıdan geçerek Şerife 'lere ulaşır. SALT'ın çoğunlukla sergilerde bir bütün olarak kullanılan giriş alanının eserlere ulaşmadan önce bir kapıyla sokaktan ayrıştırılmış olması birkaç adım sonra 40 yıl önceye gidecek olan izleyiciyi bir zaman yolculuğuna da hazırlar gibidir. Bu kapıyı İpek Duben evrenine bir giriş olarak da görebiliriz. Mekânın yüksek tavanları ve genişliği halihazırda oldukça büyük olan tuvallerin haşmetini korumasını sağlar. Mekân büyüktür ama sanatçının bir merakla peşine düştüğü, resmetmek istediği fakat kendisi için poz vermeye ikna edemediği için pazardan aldığı entarileri gazete kâğıtlarıyla doldurarak resmettiği Şerife tasvirleri daha da büyüktür. Mekân ve boyutlu tablolar arasında büyüklük yarışı yok- tur, bunun yerine birbirlerini daha da büyüten bir yaklaşımı paylaşırlar. Duben'in evlere temizliğe giden bir kadın temizlik işçisi olan Şerife 'yi resmettiği dönem Türkiye tarihinde köyden kente göçün yoğun olarak devam ettiği, modernleşme ve Batılı tarzda giyimin kentte yaşasalar dahi kadın giysilerine yansımasının henüz çok az gözlendiği bir zamandır. Bu zaman dilimi içinde Şerife hem sınıfsal hem de toplumsal cinsiyet anlamında değişimlerin gözlemcisi olan ama dışında kalan kadının ancak içine gazete kâğıtları doldurularak temsil edilebildiğini mimler.

Şerife 'lerden sonra sanatçının Adale Adam (1988) serisini üretmiş olması Duben'in toplumsal cinsiyet sorununa içkin olan "erkeklik" konusunu çağdaşı Nur Koçak gibi erken bir dönemde ele aldığını gösterir. Nur Koçak Müdahale Edilmiş Kartpostallar serisinde (1981) ellerinde çiçeklerle fotoğraflanan askerlerin deneyimleri ve temsilleri arasındaki uyumsuzluğa dikkat çekerken İpek Duben gazete kupürlerindeki kaslı erkek fotoğraflarını temel alarak resmettiği Adele Adam serisinde erkekliğin temsil ve deneyim süreçlerinin birlikte işlediği bir duruma dikkat çeker. Bakışını sadece kadınlara değil "maço erkekliğin" temsili olan kaslı erkeklere de çevirmiş olması Duben'in toplumsal cinsiyet konusundaki problemleri en az iki taraflı bir bakış açısıyla ele aldığının göstergesidir. Burada sanatçının dönemin önemli feminist eleştirmenlerinden Linda Nochlin'in ve gaze (bakış) konusundaki ilerici görüşleriyle bilinen John Berger'in dönemdaşı olması ve önemli makaleleri hemen yayımlandığında okuma ve inceleme fırsatı bulmuş olması belki de önemli bir etkendir. İpek Duben'in hem Şerife hem de Adele Adam serisiyle ötekine yönelen bakışı ve temsil konusuna yaklaşımı yukarıdan modernleşmeye maruz kalmış ve kültürel olarak büyük bir ayrıma sürüklenmiş bir toplumda bu iki figürü tam da oldukları haliyle "bedensiz bir entari" ve sadece bedenden ibaret görülen "bir kas kütlesi" olarak izleyicinin karşısına çıkarır.

Sanatçının aynı dönemden kâğıt üzerine kömür kalemle çizilmiş Otoportreler 2 (Self-Portraits, 1980-1985) isimli serisi Şerife 'ye yönelttiği bakışın bir benzerini kendine de yönelttiği bir dönemin ürünüdür. Kendine de dışarıdan bir göz olarak bakar sanatçı. Sanki çevresindeki dünyayı ve kendi benliğini aynı anda bir araştırmaya tabi tutar gibidir. Kendisi de Otoportreler'le ilgili şöyle diyecektir:

"Bundan hemen sonra çevremden kaynaklanan tanımadığım yüzler kalabalığı resimlerime girdi. Bunlarda da bende olan gerilimi, endişeyi, bakışların içe yumuluşunu, bir duraklamayı, bir 'neredeyim'liği görmek söz konusu kanımca."

Duben'in ötekine ve kendine yönelen bakışında insanı, içsel ve dışsal etkenlere aynı anda maruz kalan bir "beden" olarak yorumlamak mümkündür. Şerife , Adale Adam ve Otoportreler işlerinde aynı anda tanık olduğumuz şey kendine dünyada bir yer bulmaya çalışan bedenin huzursuzluğu gibidir. Burada Şerife 'nin bedeni temsilen tuvalde yerini alan elbiseler de bunu değiştirmez üstelik. Yüzü, kolları, bacakları orada olmasa da Şerife 'nin bakışını üzerimizde hissetmeye devam ederiz.

Tuvale Sığmayan Anlam Dünyası

İpek Duben sadece bir sanatçı değil uzun yıllar sanat eleştirileri de biri olarak malzemeyle fikrin birlikteliği ya da karşıtlığının eserde neye karşılık geldiğini iyi bilir. Kendi deyimiyle bir sanat eserini meydana getiren iki ögenin "anlam" ve "anlatımın" önemini. Bu nedenledir ki İpek Duben'in seneler içinde anlatmak istedikleri değiştikçe ya da çeşitlendikçe malzemesinde, eserin türünde ve mekân kullanımında da değişikliğe gittiği görülür. Bu anlamda sanatçının 1990'lı yıllardan itibaren üretiminde çizgisel bir değişimin izini sürmek mümkün değildir. Gelir adaletsizliği, iklim krizi, savaş ve zorunlu göç konuları eserlerin anlam dünyasına daha fazla sirayet ettikçe tuval üzerine yağlıboya resimlerinin yerini sanatçıya daha geniş bir anlatım olanağını da taşıyan yerleştirmeler alır. Bu dertlerle beraber, toplumsal cinsiyet ayrımcılığının neden olduğu sorunlar sanatçı için her zaman işlenen bir konu olur. Modern ve gelenekselin çatışmasından doğan ayrılıklar tüm bu konuları ele alışında önemli bir zemin oluşturur.

Manuscript (El Yazması, 1994) için bu kez kendi bedenini tekrar eden bir imge olarak kullanan İpek Duben minyatür sanatından önemli İzler taşıyan bu eserin üretim sürecinden şöyle söz eder: "Bedenim bu yolculuğun taşıyıcısıydı. Kutsal ile dünyevinin, modern ile gelenekselin, 'bir' olan ben ile çokluğun parçası' olan benin birbirine meydan okuduğu ve müzakere edildiği ruhumu barındırıyordu." 1990'lı yılların başında sanat- çının tekrar Amerika'da New York'ta yaşamaya başladığı dönemdir aynı zamanda. İpek Duben'in anlam dünyası belli aralıklarla yaşamak durumunda kaldığı iki ülke, Amerika ve Türkiye özelinde değerlendirilemeyecek kadar geniş olsa da yaşadığı yerler sanatçıya ifade noktasında kimi olanaklar ve olanaksızlıklar sağlayarak özellikle malzeme ve ortam kullanımını etkilemeye devam eder. Manuscript (El Yazması, 1994) bir dönem detaylı olarak incelediği el yazmaları ve minyatürlerde dikkatini çeken görselliğin bir yansımasıdır. 1991'de başlayan ve kimi günümüze kadar devam etmekte olan İzler, Kayıt ve Muallak eserlerinde büyük ölçekli tuvallere yansıyan bu ilgi, Manuscript ile resimli bir sanatçı kitabına dönüşür. Bu işlerde anlam ve anlatım dünyasının nasıl bir araya geldiğini ise şu sözlerle açıklar: "Benim eğitimimde Cézanne, Giacometti, New York ekolü içinde dışavurumcu, ifadeci bir üslup vardı. Onunla minyatürün dinginliği, durgunluğu, çizgiselliği ve iki boyutluluğu gerçek kontrast oluşturuyor. Yapmak istediğim bu iki yöntemle bir sentez oluşturmaktı. Oluşturabilir miyim mücadelesiydi. 'İzler'de bu anlamda birçok elemanı birleştirdiğimi düşünüyorum. Kimlik meselesi de devam etti kendi kimliğim üzerinden." Bir başka söyleşisinde ise bu işlerin aslında bir üslup arayışı olduğunu da vurgular: "Burada incelemeye odaklandığım kendi kimliğimdi. İzler kendi kimliğim üzerinden doğu- batı, geleneksel-modern ekseninde bir sentez arayışı aynı zamanda İslam inancı içinde kadın varlığını irdeleyen bir duruş sergiliyordu. Bu meseleleri ancak özgün bir üslupla anlatabilirdim. Yani İzler dizisi aynı zamanda bir üslup arayışıdır."

Dışarıya bakışın ürünü olan eserlerinin en vurucu örneklerini LoveBook (Aşk Kitabı) ile LoveGame (Aşk Oyunu) 1998-2001 yılları arasında üretir İpek Duben. SALT Beyoğlu'nda üçüncü katta izleyiciyi karşılayan bu iki yerleştirme sanatçının ortamı da eserin bir parçası olarak kullanması nın etkileyici örneklerindendir. Gazetelerden topladığı ve çoğu Türkiye gündeminden seçilmiş haber kupür- lerini metal levhalara yerleştirerek bir sorgulama odası yaratır sanatçı LoveBook için. LoveGame ise doğrudan aşkın bir kumara dönüşebileceğine gönderme olarak neon ışıklarla kaplı, ortasında bilardo masasının, duvarlarda jackpot benzeri yerleştirmelerin olduğu bir kumarhane şeklinde kurgulanır. Bugünden baktığımızda "kadına şiddet" üzerine yapılmış bir iş olarak değerlendirsek de Duben konuyu daha çok-her ne kadar o dönem bu şekilde ifade edilmese de- ev içi şiddet bakımından ele almıştır. Hatta o dönem medyada yaygın olarak kullanılan adıyla odağında "namus cinayetleri" vardır. Diğer yandan levhalara yerleştirilmiş kupürler arasında çocuklara yönelik cinsel istismarı ya da eşlerine şiddet uygulayan kadınların haberlerini de görmek mümkündür. Sergiye küratörler Amira Akbıyıkoğlu ve Farah Aksoy tarafından dahil edilen ve sanatçı Zeren Göktan'ın Sayaç (2013) isimli kişisel sergisinin bir parçası olarak başlattığı proje Anıt Sayaç (2013-süregiden) Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'ni feshiyle da- ha da endişe verici boyutlara ulaşan kadın cinayetlerine doğrudan işaret ederek İpek Duben'in işlerinin de izleyiciye daha güçlü bir şekilde geçmesini sağlar.

Sanatçının Children of Paradise #1 (2000), Telefon (1999) ve Recycled Head (1999) işlerinin çıkış noktası ise oldukça ilginçtir. New York sokaklarına atılmış biblolar, kâğıt mendiller, magnetler ve daha pek çok nesneyi toplamaya başlar sanatçı. Rafta iç içe geçmiş bir şekilde duran bu objelerin yarattığı uyumsuzlukta kültürel çatışmaların ve servet eşitsizliğinin izini sürmek mümkündür. Sanatçının buluntu objeler ve biriktirdiği kart- postalları, gazetelerden bulduğu re- simlere müdahalelerle ürettiği Angels and Clowns (Melekler ve Soytarılar, 2020) ise 20 sene sonra daha doğrudan bir "insanlık" eleştirisi olarak ortaya çıkacaktır.

SALT Beyoğlu mekânı için yeniden düzenlenen, içinde yerinden edilmiş mültecilerin sınırlardaki görüntülerinin yer aldığı sanatçı kitabı, neonlar ve geçit işlevi gören bir konstrüksiyondan oluşan Farewell My Homeland (Elveda Yurdum, 2004) sanatçının göç konusunu doğrudan ele alan ilk işi olarak nitelendirilse de göç ve kimlik konusunun nüvelerini Şerife 'ye kadar takip etmek mümkün- dür. Altı adet kartpostalın arkalı önlü olarak sergilendiği What is a Turk? 2(Türk Nedir?, 2003) sanatçının yaşamımızı önemli anlamda şekillendiren ırk ve kimlik konusuna ironik yaklaşımının belki de en net görüldüğü işler- den biri olarak karşımıza çıkar. Burada da İpek Duben'in belge kullanımına bir işaret olarak kimi makale ve kitaplarda yer alan "Türk" tanımları bir arada verilir.
Bu derece üretken ve üretimi yıl- lara, coğrafyalara yayılan bir sanatçı- nın işlerini görme fırsatı yakaladığımız serginin sürprizi olarak nitelenebilecek Kem Gözler (Evil Eyes, 1999- 2000) bakış ve temsil konularına 40 yıldan fazladır düşünen Duben'in deposundan gün yüzüne çıkarak ilk kez toplu halde izleyiciyle buluşuyor.

SANAT DÜNYAMIZ 187, 01.03.2022